PSİKOLOJİK BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Pandemi ve deprem, bize psikolojik
bağışıklık siteminin ne kadar önemli olduğunu daha çok fark ettirdi.
Televizyonlarda, sosyal medyada, kitaplarda genellikle sağlıklı olmanın yolları
ile ilgili birçok öneri görmüşüzdür. Aslında bu gün ele alacağımız konu, çok
uzun yıllardır tıp ve psikolojinin yakın ilgi gösterdiği konulardan biri.
Hepimizin iki bağışıklık sitemi var.
Bunlardan biri fizyolojik bağışıklık sistemi, diğer psikolojik bağışıklık
sistemi. Her iki bağışıklık sistemi bağımsız sistemlermiş gibi görünse de aslında
aralarında komplementer (bağlantılı, tamamlayıcı ve bütünleyici) bir ilişki
var. Bir sitemdeki iyi oluş hali diğer sitemi olumlu yönde etkilerken, bir sitemdeki
olumsuzluk diğer sitemi olumsuz etkilemektedir. Bu da bize ruh sağlığımıza da
iyi bakmamız gerektiğini gösteriyor.
Psikolojik bağışıklık siteminin
temelini, yetiştirilme tarzımız ile olayları anlamlandırma ve yorumlama
biçimimiz oluşturuyor. Bu nedenledir ki yaşadığımız benzer sorunlar, krizler ve
başımıza gelen kötü şeyler karşısında farklı farklı tepkiler gösteriyoruz ve
farklı düzeylerde etkileniyoruz. Örneğin,
yetiştiğimiz ailenin çocuk yetiştirme tutumu koruyucu ve sakınmacı davranışı
öneren bir tutum ise psikolojik dayanıklılığımız daha düşük oluyor: sorunlar
karşısında hemen paralize olabiliyoruz, ne yapacağımızı bilemiyoruz,
çaresizliğe teslim oluyoruz ve ayağa kalkmak için mutlaka birinin yardımına
ihtiyaç duyuyoruz.
Psikolojik bağışıklık sistemi güçlü
olanlar bir sorun ya da kriz durumunda çözüme ve çare aramaya tutunurken,
bağışıklık sistemi düşük olanlar probleme ve çaresizliğe tutunuyorlar. Probleme
tutunan kişiler probleme teslim oluyorlar ve kendileri problem haline
geliyorlar. Genellikle probleme ve çaresizliğe tutunanlar özgüven, özsaygı,
özsevgi, özşevkat gibi konularda sorun yaşayan gruptan çıkıyorlar. Psikolojik
dayanıklılığı düşük olan kişilerin diğer ortak özelliklerini şöyle
sıralayabiliriz:
·
Risk
almaktan korkmak,
·
Küçük
hedefleri tercih etmek,
·
Tartışmalardan
uzak durmak,
·
Sorunları
görmezden gelmek ya da üstünü örtmek,
·
Sorumluluk
almakta zorlanmak ve sorumluluklarını ertelemek,
·
Kendilik
değerinin düşük olması (kendinden hoşnut olmamak),
·
Alınganlık,
kırılganlık,
·
Kalıcı
ve güçlü ilişkiler kuramamak,
·
Kabuğunda
yaşamayı(içe dönük) tercih etmek,
·
Genellikle
kendilerine “baston eş” (kollayan, arkasını toplayan, bakım veren, koruyan,
eşinin sorumluğunu da alabilen, aşırı fedakar) seçmek ya da baston eşle yaşayabilmek,
·
Bağımlı
olmak,
·
İsyan
etmek (bunlar niçin benim başıma geliyor?)
·
Çabuk
pes etmek.
Psikolojik Bağışıklık Sistemimizi nasıl ayakta tutabiliriz ve
güçlendirebiliriz?
·
Bazen kötü şeylerin bizim başımızda
gelebileceğinin bilincinde olmak ve kabul etmek: Yaşam sürecinde hepimiz için henüz
yaşanmamış üzüntüler, mutluluklar, heyecanlar, travmalar ve tutulmamış yaslar
var. Bu hepimiz için bir gerçek. Bu açıdan baktığımızda yaşamda bazen bizim
başımıza da kötü şeylerin geleceğini bilmek ve kabul etmek (kaderci yaklaşımla
değil) psikolojik bağışıklık sistemi açısından çok değerli. Çünkü kötü şeylerin
bazen bizim başımıza da geleceğini kabul etmemek; “niye bunlar benim başıma
geliyor?” diyerek direnmek başlı başına stresi ve acıyı arttırıyor. Kabul etmek
veya kabullenmekten kastettiğim asla kadercilik değildir. Kadercilikte
teslimiyetçilik, çaresizlik ve boyun eğme vardır. Benim kastettiğim kabullenme
şudur: Çocuklarımız ya da aşı biz olurken aşıyı yapacak sağlık görevlisi iğneyi
batırmadan önce “canınız birazcık acıyacak ya da ilaç birazcık yakacak ama kısa
bir süre sonra geçecek” bilgisi verdiğinde ve daha az acı hissediyoruz. Hatta
“derin nefes alın” deyip aşıyı yaptığında çok daha az acı hissediyoruz. Bunun
nedeni zihin olarak gelecek acıya hazırlık yapmış ve derin nefes alarak kasılmamış
oluyoruz. Böylece zihnimiz olası bir acıya karşı hazırlıklı hale geliyor.
·
Olayları anlamlandırma ve yorumlama
biçimimizi gözden geçirmek: Olayları anlamlandırıp yorumlarken facialaştırıyor muyuz?
Büyütüyor muyuz? Ya hep ya hiç ilkesinden mi hareket ediyoruz? Önce en kötüsünü
düşüneyim iyi olunca sevinirim mantığından mı hareket ediyoruz? Kötü olaylar
karşısında donup kalıyor muyuz?
·
Bir olayı yorumlarken “sorunun
çözümüne katkısı olacak” düşünceler üretebilmek: Dil ve düşünce paraleldir. Sorunlar
karşısında kullandığımız dil ve ifadeler beynimizin vereceği tepkileri
tetikler. Eğer çaresizlik, isyan, teslimiyetçilik, umutsuzluk içeren ifadeler
kullanıyorsak bizde kaygı, depresyon, korku gibi duyguların ortaya çıkmasına
neden oluruz. Bu nedenle sorun karşısında kullandığımızın dil ve ifadelere
“sorunun çözümüne katkısı var mı? diye bakmamız gerekir.