İnsanlar, kendilerini belirli gruplara ait hissederler, bu grupların üyeleriyle aralarında birtakım ortaklıklar bulunduğunu düşünürler ve her zaman, her konuda olmasa bile bu gruplar içinde genelde uzlaşırlar.
Bir de bazılarını ötekileştirme vardır; adı açıkça konmasa bile bazıları “öteki” olarak algılanır; ötekinin farklı olduğuna, yanlış düşündüğüne, yanlış davrandığına, bu yüzden de onunla uzlaşılamayacağına inanılır. Yaygın bir tavırla, ait olduğumuz grubu yüceltir, ötekini/ötekileri alçaltarak, kendimizi, kendi gözümüzde değerli kılarız. Ardından da bizi değerli görmeyenlere kızmaya başlarız.
Birbirlerini “öteki” olarak tanımlayanlara arasında, görünmeyen ama varlıkları hissedilen adeta birtakım sanal duvarlar vardır. Genellikle duvarın iki yanındakiler de birbirlerini “öteki” olarak algılar. Bir zamanlar Çinlilere göre, Çin Seddi’nin dışındakiler öteki/barbar insanlardı, tarımdan anlamazlardı. Setin gerisindekilere göre ise Çinliler tarımdan başka bir şeyden anlamayan ve atı, oku bilmeyen insanlardı.
Bu konuda bir görece durum söz konusudur; bazen birilerini bazı ölçütler açısından öteki olarak algılarken bazı ölçütler açısından kendi grubumuzun içinde olarak algılarız. Örneğin komşunuzu öteki olarak algılarken, bir dış tehdit karşısında onunla aynı grupta bulunduğumuzu düşünebiliriz. Benzer şekilde, aralarında çatışan, birbirlerine öteki muamelesi yapan kardeşler, dışarıdan yönelen saldırılar karşısında birleşebilir.
Öteki tanımına uyanlar, empati kuramadığımız, şablonla baktığımız, dışladığımız kişilerdir. Ötekileştirdiğimiz kişiler için, günlük ifadeyle, “Adam değil,” deriz, onların adam olmadıklarını, hatta bazen insan bile olmadıklarını düşünürüz. Hindistan’da, lağımcılık ve benzeri işlerle uğraşan dokunulmazlar sınıfı vardır; üst kasttan insanlar, gerek gerçek, gerekse mecazi anlamda bunlara dokunmazlar. (Bazen kastlar arasındaki sınırlar, Çin Seddi’nden veya Berlin Duvarı’ndan daha katıdır.)
Zihnimizdeki “önyargılar” ile karşımızdaki “öteki” arasında karşılıklı etkileşim vardır. Önyargılarımız arttıkça öteki’ni giderek daha itici ve tehlikeli algılamaya başlarız. Ötekinden kaçındıkça ve onunla çatıştıkça da ona ilişkin yeni ve daha güçlü önyargılar ediniriz. Ötekiyle aramızda bir duvar varsa, bu duvarın harcı önyargılarımızdır. Önyargılar zaten dünya çapında bir sorundur, tarih boyunca sorun olmuştur. Bunların kasıtlı olarak körüklenmesi ise, insanları öğüten bir dünya çıkarıyor ortaya.
Duvarın öte tarafındakilere yönelik önyargılar, saldırganlığa, savaşlara yol açar. Duvarın bu yanındakiler için duvarın ötesindeki ötekiler, ruhsuz, duygusuz varlıklardır; acı çekmezler, üzülmezler, üzülseler bile bu önemli değildir. Onları öldürebiliriz, mümkün olursa köleleştirip istediğimiz gibi (her açıdan) kullanabiliriz, satıp paraya tahvil edebiliriz. Ötekiler her yönden kötü insanlardır, hatta insan bile sayılmazlar. Bir savaşçının dediği gibi, -maalesef- “En iyi öteki, ölü bir ötekidir.”
Duvarın ötesindeki sefil varlıkları kandırabiliriz, üç kağıda getirebiliriz, bu yanında bulunan canımız ciğerimiz insanları da kandırabiliriz; ancak bizimkileri kandırırken biraz dikkatli olmamamız gerekir. Ötekilerde dikkat edecek bir şey yoktur.
Duvarın bu yanındakiler, yani bizimkiler –az veya çok- asil insanlardır, soylarında, yürüyüşlerinde, gülüşlerinde hatta çatal tutuşlarında bir asalet vardır. Onlar elit zümredir, zümrütleri, kürkleri vardır; vapurda birinci sınıfa, uçakta ön tarafa otururlar. Göz önündedirler ama ortalarda fazla görünmezler, az okurlar ama her şeyi bilirler. Uygarlık timsalidirler, uygarlık timsali timsah derisinden aksesuarlar kullanırlar. Duvarın öte tarafında ise asalet filan yoktur; duvarı aşıp içeriye girmek için fırsat kollayan bu barbar insanlar, medeniyetten nasibini almamıştır. Mesela çatalı kaşık gibi kullanırlar, karidesi böcek zannederler. (Artık gerisini varın siz düşünün.)
Sonuçta, duvarın berisindekiler, ötesindekilere cephe aldıklarında, bu cepheleşme genelde öncelikle dışarıdakilerin aleyhinedir. (Ancak bu durum dışındakiler için tamamen de kötü değildir; onları daha güçlü olma konusunda yüreklendirebilir.) duvarın korunaklı iç tarafında bulunmak ise, kendilerini “asil” ilan etmiş kişiler için kısa vadede yararlıdır, hayatta kalmalarını kolaylaştırır. Ancak ötekileri dışlayanlar, bir süre sonra bu durumdan kendileri de zarar göreceklerdir; siz, doludizgin sanayileşmeye devam ettiğinizde, ötekilerin ozon tabakası delindiğinde sizin ozon tabakanızda delinecektir. Özde, özette-sürekli unutuyor olsak da- tüm insanlar kardeştir; insanlar, birbirlerini ötekileştirdikçe, aslında kendi kendilerine eziyet etmekte, bindikleri dalı kesmektedirler. (Nasrettin Hoca’nın bindiği dalı kesme hikayesi, dünden bugüne evrensel bir iletidir.) Ötekiyle aranızdaki duvarı, öteki altında kalsın diye yıkadığınızda, o altta kalabilir; ama siz de kalabilirsiniz.
Dünyaya yukarıdan baktığınızda, insanların birtakım önyargılarla birbirlerini ötekileştirmeleri, kendilerine koruma sağlar, karlıdır ama ahlaki değildir. Oysa insan, hem korunup hem ahlaki davranabilir. Ötekini yok etmek için akla gelmedik tuzaklar kurabilen insan, ötekiyle uzlaşmak ve birlikte yaşamak için de akla gelmedik yollar bulabilir. Öncelikle ötekiyle empati kurmak gerekir. Yıllar önce yazılmış bir şiir şöyle:
Herkesin ölüsü kendine kutsal;
Çingene mezarlığında piramitler vardır.