Evlilik temel iki kaynaktan besleniyor: Etkileşim ve cinsellik. Bu kaynaklardan herhangi biri işlevini görememeye başladığında kısa bir süre sonra diğeri de işlevini yitirmeye başlıyor. Bir anda sevgilerimizi ve sevgililerimizi kaybetmeye başlıyoruz. Sevgilerin yerini hayal kırıklığı ve öfke alıyor. Önce kısa konuşmalar, evet-hayırlı yanıtlar, sonra uzun suskunluklar kaplıyor ilişkimizi. Yavaş yavaş uzaklaşıyoruz eşlerimizden. Eşlerimize ilgimizi kaybettikçe duygusal boşanmalar gerçekleşiyor, biz farkına varmasak bile.
Aşkla başlayan evlilikler en nadide, en nazlı ve en uzun ömürlü olmaya aday evlilikler. Aşk evliliği, ancak hayal kırıklıklarının da çok kolay yaşanabildiği dolayısı ile çok çabuk da tükenebilen evlilikler. Kaderci evlilikler ise uzun ömürlü, mutsuz ve sevgisiz evlilikler olmaya daha yakın evlilikler. Kaderci evlilikler daha uzun sürebiliyor, çünkü bu tür evliliklerde adından anlaşılacağı üzere yaşananlar alın yazısı (yazgı) olarak değerlendirilebiliyor. Hatta bu tür evliliklerde genellikle kadınlara kendi aileleri tarafından “otur oturduğun yerde, sakın geri dönmeyi düşünme” gibi baskılar da yapılabiliyor. Görücü usulü evlikler ise, eğer kadın ve erkek tanıştırıldıktan sonra son kararı kendileri verebilmişlerse bazen aşk evlilikleri kadar bazen de ondan daha fazla güçlü ve sağlıklı olabiliyor.
Evlilikleri çekilmez hale getiren ve eşler arası ilişkiyi etkileyen bazı faktörler ise şunlar:
Çocukluk ve ergenlik döneminden kalan bitmemiş işler: Anne-çocuk ilişkisi, çocuğun gelecekte kuracağı ilişkilerin (bağlanmaların) türünü belirliyor. Sağlıklı ve güvene dayalı bir anne – çocuk ilişkisi ile büyüyen çocuklar ileriki yaşlarında sevgi ve güvenli bağlanmalar gerçekleştirebiliyorlar. Bazen de ergenlik döneminin bastırılmış ihtiyaçları, çatışmaları evlilikte nüksediyor; çiftler evliliklerinde adeta hırçın ve uyumsuz bir ergen gibi davranıyorlar, eşleri ile güç savaşına girerek ilişkide var olmaya çalışıyorlar. Bağımsız olmak istiyorlar, özgürlük ihtiyaçlarına sık sık vurgu yapıyorlar. Ergenlik döneminin bitmemiş işleri genellikle, sert ve katı kuralların hakim olduğu aile ortamlarında yetişen çocukların evliliklerinde görülüyor. Bir anlamda kimlik krizi yaşanıyor; ben kimim? nasıl biriyim? Nasıl biri olmak istiyorum? Soruları gündeme geliyor.
Aile ile vedalaşamama: Çiftler evlenirken gerçekten ailelerine “hoşçakal anne – baba ben evleniyorum” diyememişlerse ve de aileler çocuklarına gerçekten “güle güle” diyememişlerse bu tür bir durumda evlilikler sıkıntıya giriyor. Çocukların aileleri tamamen “iyi niyetli” davranışlarla evliliğe katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Çocukları aracılığı ile gelinlerinin ya da damatlarının davranışlarına, evin düzenine ve ritüellerine kadar birçok şeyi çekip çevirmek istiyorlar. Böylece yeni kurulan evliliğin sınırları bir türlü belirginleştirilemiyor. Sınırları (başka kişi ve ailelere karşı “evet ve hayır”lar ile belirlenen) belli olmayan evlilikler korunmasız, korunaksız ve müdahaleye açık velilikler olarak bir yerden bir başka yere savrulup duruyor. Yani ailede çiftler bir başka ailenin çocukları gibi rol almak durumunda kalabiliyorlar, eş olamıyorlar. Bazı durumlarda eşlerden biri evliliğin dışında bile kalabiliyor ve böyle hissedebiliyor. Bu tür evliliklerde enerjinin büyük bir kısmı büyümüş olunan aileyi savunmakla harcanıyor.
Bireysel ve ailesel farklılıkların olumsuz vurgulanması: Evlilik iki farklı insanın eş olabilmek için gerçekleştirilen bir sözleşmedir. Aşkta insanlar birbirlerinin farklılıklarını görmezden gelip benzerlikleri görmeyi tercih ederken, evlilikte her nedense farklılıklar daha çok görülür hale geliyor. Oysa en renkli ve keyifli evlilikler biricikliğin önemsendiği ve korunduğu evlilikler oluyor. Evlilikte farklılıklar benzerliklere dönüştürülmeye çalışıldıkça (nafile değiştirme çabaları) ilişki zarar görüyor ve çiftler yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşmaya başlıyorlar. Çiftlerin birbirlerini (eşlerini) değiştirme çabaları ne denli güçlüyse birbirlerinin özdeğerlerine o denli zarar veriyorlar. Öyle ki 1+1=2 etmesi beklenen evlilik bazen 1+1= 1.15 filan ediyor. Yani bir araya gelince birbirlerinin değerlerini azaltıyorlar.
Ailede koalisyonlar: Koalisyon güç birliği yapmak anlamına geliyor. Güç birliği bir başka güce ya da güç birliğine karşı kurulmuş bir işbirliğidir. Bu nedenle ailede koalisyonları biz uzmanlar pek sıcak bakmıyoruz. Çünkü ailede koalisyonların olması demek en az iki kişinin ailedeki bir başka kişi ya da kişilere karşı olmaları demek. Bazı ailelerde anne ve çocuklar genelde babaya karşı koalisyon içinde oluyorlar. Bu tür durumlarda aile bütünlüğünden söz etmemiz zorlaşıyor. Özellikle çocuk yetiştirme tutumları açısından zafiyetler ortaya çıkmaya başlıyor. Örneğin dört kişilik bir ailede 3 (anne ve çocuklar)+1 (baba) durumu ortaya çıkıyor. Ancak bunların toplamı maalesef dört etmiyor. Koalisyonlar feodal ve büyük ailelerde (büyük anne –babanın da yaşadığı) koalisyonlar çok sık karşılaşılan özelliklerden biridir. Uzman olarak beklentimiz ve önerimiz, eğer bir koalisyon olacaksa bu koalisyonun eşler arasında olmasıdır.
Aile dengesinin (sistemin) bozulması: Her ilişkinin, her sistemin kendine özgü bir dengesi bir ahengi vardır. Bu denge, aileye dışarıdan giren bir faktör tarafından bozulabilir; çocuğun doğumu, kayıplar (yas), iş ve statü kayıpları, aldatma, yalan ve hastalıklar… Ailede dengenin bozulması eşler arası ilişkinin kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle aldatma ve yalan, ilişkide öfkenin, hayal kırıklığının ve öç alma isteğinin artmasına neden oluyor. Bu tür durumda evliliğin yeni bir dengeye oturması çok daha zor oluyor. Dengenin bozulması demek adeta suyun bulanıklaşması gibi bir şeydir; hiçbir şey görünmez, karmakarışık durumdadır. Bu durum aile yeni bir dengeye kavuşana kadar devam eder. Suyun berraklaşması, ailenin yeni duruma uyum sağlaması ile mümkün olur. Bu bazen terapi ile bazen de uyum ve uzlaşma ile gerçekleşebilir.
Ailedeki değer sistemleri: Eşlerin ailelerinden transfer ettikleri değerler, kurallar ve iletişim biçimleri, ilişkide belirleyici olan faktörlerdendir. Aile danışmanlığı almak üzere gelen ailelerle yaptığımız görüşmelerde, eşlerin kendi ailelerindeki değer sistemlerini araştırmayı ihmal etmeyiz. Görüşmelerde bu değerlerin ilişkiye nasıl yansıdığını, eşlerin ailelerindeki kuşakla boyu iletişim biçimlerinin nasıl çalıştığını, çocukluk dönemlerinden itibaren aileler tarafından ortaya konan kurallar ve özlemlerin ne olduğunu çıkarmaya çalışırız. Çünkü çocukken bize verilen özlemler, kurallar ve iletişim biçimleri bizim ilişkilerimizde nasıl davranacağımızı, ne arayacağımızı ve neyi önemseyeceğimizi belirliyor. Daha da ötesi iletişim duruşumuzu belirliyor.
Diğer Faktörler: Hırçın ve mutsuz kişilikler, “mış” gibi evlilikler, tek taraflı olarak kariyer ve statüde farklılaşmalar, “tapusu bende” yanılgısı, ihtiyaçların değişmesi, yaşamın diğer alanlarında yeterince birlikte olamama (karı – koca olabilme ama eş olamama) gibi faktörler evliliğin çekilmez bir duruma gelmesine neden olabilir.